25 Aralık 2010 Cumartesi

Ólafur Arnalds Şubat'ta İstanbul'da!

Bir sene kadar önce 86 doğumlu genç bir İzlandalı ile tanışmıştık. Zaten ilk dinleyişte o dinginliği, derinliği, kısaca ''ayrı bir kafa''da olan müziği ile farklılığını hissettirip, bizde kendine ayrı bir yer edinmişti.

Eskiden bir metal grubunda davulcu olan Arnalds, aynı zamanda banjo, gitar, piano gibi enstrümanların kullanıldığı solo projesine de devam ediyordu. Bunun yanı sıra, Alman metal grubu Heaven Shall Burn'un 2004 yılı albümünde intro ve outrolar yine onun elinden çıkmıştı. 2007 yılına geldiğimizde Sigur Ros ile turlayan Ólafur, her sene çıkardığı irili ufaklı albümlerle birlikte kulaklarımıza kadar ulaşmayı başarmıştı.

İşte bu dahi çocuk, yine bir IKSV Salon güzelliği olarak 10 ve 11 Şubat tarihlerinde kanlı canlı olarak karşımızda yer alacak. Bu haberi de şu tweeti, ya da direkt olarak turne programının yer aldığı resmi sitesinden onaylayabilirsiniz.

Son olarak bir dip not atacak olursak; Ólafur Arnalds ile birlikte Salon'dan yine aynı ay içerisinde bir güzel konser haberi daha geldi. 5 Şubat tarihinde Belle & Sebastian ve Queens of the Stone Age'den tanınacak olan Mark Lanegan ve Isobel Campbell da sahne alacak ki, o da yine ayın izlenesi konserleri arasında yerini çoktan aldı bile.



Not: Bu arada Ólafur, Jay Jay Johanson'un şu hallerini anımsatmıyor mu yahu?

23 Aralık 2010 Perşembe

Hangisi Daha İyi?

A Silver Mt. Zion
Experimental, Post Rock kıvamındaki şarkıların oluşma aşamasında bazı farklılıklar var. Sanırım olayın iki boyutu var. Doğaçlama tüm grubun bir arada bir melodi üzerine yoğunlaşması ya da grubun bestecisinin evindeki dünyasında bir şeyler ortaya çıkarttığı.

Doğaçlama bestelere bakarsak şarkının uzunluğu ve kısalığı göz ardı edilmeksizin çok sık tekrarlar var. Burada hep "hmm o zaman bu şarkı kötü" ön yargısı oluşturulsada aslında öyle olmayabilir. Mesela Sorterargatan 3 / Gösta Berlings Saga bu özelliğe vurgu yapabilir. Şarkının neredeyse büyük bir çoğunluğunda bas gitar dümdüz çalıyor. Çok fazla değişken bir riff yok. Zira yine ritm gitarlarda bu tekrarlara katılıyor. Davul ve Rhodes'ların değişkenliği daha doğrusu alt yapı üzerinde çeşitli denemeleri ile şarkı tamamlanıyor. Bir başka örnekte ise Five / Interpol diyebilirim. Post Rock'ın ambiansından uzakta olsa deneysel çizgide olduğunu inkar edemeyeceğimiz bir şarkı. Bu şarkı özellikle üzerine çalışmış bir şarkı değildir. Açıkçası buna çok ihtimal vermiyorum. Şarkının içinde minik değişiklikler dışında başından sonuna kadar aynı paralelde devam eden riffler var. Şarkıdaki farklı renkleri ise Delay Efekti ile alıştığımız gitarlar ve arada vokalin çığlıklarıdır. Hem Sorterargatan 3 hem de Five ikiside bayıla bayıla dinlediğim şarkılardır. Doğaçlamayı yerinde ve doğru hareketlerle tekrarlı bir şekilde yapılması aslında kötü bir şey değildir. En azından eskisi kadar olumsuz bakmıyorum.

Russian Circles
Doğaçlama olmayan bestelere baktığımızda ise grubun bestecisi kimse onun evinde, kendi dünyasında yaşadığı şeyleri bir araya getirerek ortaya çıkarttığı bestelerdir. Sanıyorum ki bazı progresif kökenli deneysel bestelerin kaynağında bu tarz üretilmiş besteler yatmaktadır. Her ne kadar duygu yoğunlaşması eşliğinde bu besteler ortaya çıksada nihayetinde saatlerce tek başına uğraşıp, en ince ayrıntısına kadar düşünüldüğü için az tekrarlı, daha teknik besteler oluyor. Saatlerini hatta günlerini bir besteye harcamaya meyilli bestecilerin takıntılı mükemmelliyetçi özelliklerinden dolayı da progresif rock vurgusu sonsuza dek devam edecektir.

Tabi burada iki farklı çalışma tarzı sonrası ortaya çıkmış farklı tarzda bestelerden bahsediyoruz. Belki de ikinci çalışma stilini sadece Progresif Rock olarak algılamak alt tanım olarakta deneyselliğine vurgu yapmak daha doğru olacaktır. Çünkü; Post Rock'ı bir şekilde tanımlayabiliyorsunuz. Daha uç sesler, ambians oluşturacak öğeler bir araya enstrümental bir çizgide geldiği zaman minimum bir Post Rock bestesi olmuş oluyor. Fakat nasıl ki evrenin sonsuzluğunu kabul ediyorsak, Progresif Rock'ın sonsuzluğunuda kabul etmek doğru olacaktır.

Bu bağlamda Progresif Rock nasıl ki Jazz, Blues hatta Death Metal gibi başlı başına bile bir özelliği ve dinleyen kitlesi olan tarzları bir araya getirip, kendi bünyesinde barındırabiliyorsa aynen Post Rock'ı da kendi kanatları altına alabilir. Tabi ki Post Rock'ın da kendi başına bir tarz olduğunu kabul ederek.

Hangisi daha iyi dersek ben Progresif Rock'ın altında yaşayan bir Post Rock'ı her zaman öncelikli olarak tercih ederim.

22 Aralık 2010 Çarşamba

VİDEO | The Dø - Slippery Slope

Geçtiğimiz ay yeni albümlerinden ilk single olan Dust It Off'u yayımlayan The Dø'dan bu sefer de geçtiğimiz hafta yeni bir single ve video geldi.

Daha önceden bir örneği olmayan, farklı enstrümanlar,değişik ritimler kullanılarak yapılmış Slippery Slope adlı parçaya enterasan bir de video çekmişler.

Tamam değişik olmuş, basmakalıp olamamış. Ama yinede albüm genelinin böyle çok farklı tatlar arayarak geçmemesini umuyorum.

21 Aralık 2010 Salı

HAFTANIN ŞARKISI | Maria Mena - Just Hold Me

Bazı şarkılar vardır ya hani, hangi ruh halinde ve ortamda olursak olalım direk ilk dinleyişte ''budur'' dedirtir. Rahatlıkla yakalar, ele geçirir insanı. İşte bunlardan biri de geçtiğimiz haftalarda tanıştığım Maria Mena oldu.

1986 Norveç doğumlu bir abla Maria. 16 yaşında piyasaya girmiş biri olarak gayet dolu dolu işler yaptığını söyleyebilirim şu ana kadar yayımladığı 4 adet stüdyo albüme baktığımda. Daha fazla gerekli/gereksiz bilgi için şuralara müracat edin, ben de rahat rahat devam edeyim...
Resmi Site
Myspace
Last Fm
Blog
Ekşi Sözlük

Kolay kolay bir şarkıyı repeate almam. (Şu ana kadar aldığım tüm şarkıların da halen arkasındayım. Buyrun gelin tartışalım.) Fakat aldığım şarkının canını da çıkartmam öyle yüzlerce, binlerce kez dinleyip. Şarkı, playlistimde ardarda 3 kere çalabilme başarısı gösterebilmişse şayet o benim için tamamdır. Temiz 2-3 hafta daha benimledir. İşte bu özellikte bir başlangıç şarkısı olan Just Hold Me ardından hemen şarkının yer aldığı Apparently Unaffected albümünün geri kalanına kulak kabarttım. Ancak albüm hiçte beklediğim gibi ''Kalburüstü bir şarkı, gerisi yalan'' şeklinde değildi. Hepsinin dinlenebilirliği gayet yüksek, boş şarkı neredeyse yok gibiydi.

İşte bu sebeplerden ötrü, daha önceden bu ismi duymadıysanız hemen aşağıdaki video ile birlikte şarkıya kulak kabartmanızı salık veririm.


19 Aralık 2010 Pazar

Anneke ve Danny Cavanagh'dan yeni bir İstanbul seferi

Anneke & Danny'nin yaklaşık bir yıl aradan sonra, 13-14 Ocak tarihlerinde tekrardan İstanbul ve Ankara'da olacağı haberi geldi!

Resmi site ve facebooktwitter gibi çeşitli sosyal mecralardan duyurulan bu turnenin bilet fiyatları da açıklandı.

13 Ocak tarihinde ilk ayağı İstanbul Ghetto'da gerçekleşecek olan konserin detayları;

Kapı açılış: 21:00
Bilet Fiyatları: 30.50 TL
https://www.biletix.com/event.htm?id=MLVM1

Konserin ikinci ayağı ise 14 Ocak tarihinde Ankara 312 Arena'da gerçekleşecek.

18 Aralık 2010 Cumartesi

Melissa Auf der Maur İstanbul Konseri - Bir kadın...


Bir kadın sahne üzerinde bu kadar mı karizmatik durabilir? Bir kadın sahneyi bu kadar mı kaplayabilir? Bir kadın, bir kadın, bir kadın...

***

Melissa'yı dinlediğim ilk zamanlarda yaptığı müzik için "çok seksi lan bu" demiştim. Sonrasında dinledikçe bu düşüncem daha da sağlamlaştı. Bu kadın böyle bir müziği yaratmak için dizayn edilmiş bile dedim. Gerek riffler olsun, gerek ritimler olsun, gerekse vokaller olsun, bu seksi müzik tanımını tamamlayan öğeler. Hiç biri birbirinin önüne geçmeyen, tam kararında kullanılan enstrümanlar. Tarifsiz bir müzik.

Aylar geçtikten sonra, Melissa Auf der Maur ablamızın yolunun İstanbul'a düşeceğini öğrendim. İlk duyduğumda o kadar çok sevinmemiştim aslında. Böyle bir müzik nasıl canlı çalınabilirdi ki? Hani bir yanım "gitme lan" bile dedi. En azından kafamda bu kusursuzluk kalmalıydı. Sonra el pençe biletleri almak zorunda kaldık tabi.

Biletleri aldıktan sonra Melissa'nın canlı performanslarına bakınmaya başladım. Hani tam da korktuğum başıma gelmişti. Albümdeki o hava, canlı performansta yoktu. O seksi müzik, yerini kuru bir müziğe bırakmıştı. Video'ya fokuslanınız.

Her neyse aylar geçerken, konser zamanı denk geldi. Hala istemeyerek gidiyordum. Kejura ile beraber, İksv Salon'un yolunu tuttuk. Konser başlamadan Melissa'nın Sundance film festivalinde gösterilen, son albümüyle aynı adı taşıyan "Out of our minds" filmini izledik. Filme fazla konsantre olamadığımı söylemem gerek.

Film bittikten sonra sahne sırası Melissa'daydı. İşte o an, ilk notalar ve devrelerin yandığı an.. Tarifsiz bir kadın sahneye çıkıyor ve ilk albümünden bir şarkı çalıyor -muhtemelen Real A Lie- ve o an tüm endişeler yerini o seksi müziğe bırakıyor. İlk şarkıyı ağzım açık izlediğimi söylemek istiyorum. Bir şarkı canlı bu kadar güzel çalınabilir. Bir kadın sahnede yaptığı müzikle bu kadar bütünleşebilir ve ben bu cümleleri henüz ilk şarkı biterken bu kadar rahatlıkla söyleyebilirim.

İlk şarkı konserin nasıl geçeceğini müjdeler nitelikteydi. Diğer iki şarkıda ilk albümden geldi. Seyirci ilk albümün ritmik yapısından dolayı yeterince konser dozajına girdi. Sonrasında ikinci albümden -Out of our minds- The Hunt çalındı. The Hunt çalınırken, post rock gruplarına bu şarkıyı canlı olarak binlerce sefer dinletilmeli abi diye iç geçiriyordum. Resmen post rock gruplarına ders niteliğinde bir performanstı.

Sonrasında Mellissa ilk albümden şarkılara devam etti. İlk albümden şarkıları dinlerken anladım ki ilk albüm şarkılarını canlı olarak daha iyiydi. Şöyle söyleyeyim, yukarıda verdiğim link sanırım 2006 yılına ait ve oradaki sound'un çok çiğ olduğunu görebilirsiniz. Ancak konser sırasında çalınan ilk albüm şarkıların soundu inanılmaz. Olgunlaşmış sanki.

Benzer problem bu sefer de ikinci albümden şarkıları çalarken ortaya çıkıyordu. İkinci albümden şarkıları çalınırken, Melissa o ruhu veremedi malesef. Eksikti. Olmuyordu. İşte bu eksiklik Melissa'nın inanılmaz sahne performansıyla ortadan az da olsa kalkıyordu. Bir kadın sahneyi bu kadar mı iyi kaplar? Bilemiyorum. Dalgalı uzun saçları, hareketleri, dansları, enerjisi ve seyirciyle olan diyaloğu. Melissa'nın sahne duruşuna, o karizmatik tavrına diyecek laf kalmıyordu. Hele ki bu sahne duruşu, ilk albümden çalınan şarkılarla beraber olunca o an orgazm'dan -çok klişe oldu, farkındayım- farksız anlar yaşatıyordu, yaşadık.

Konser Followed the Waves ile bitti. Konserin heralde en çoşkulu anları bu şarkıyla yaşandı. Tüm salon şarkının ritimlerine kendine kaptırmıştı. Hepimiz "Skin Receiver" çalmadı, bis'te çalması gerekir derken, tam da beklediğimiz gibi bis'te Skin Receiver çalındı. Sonrasında turnenin son şarkısı olduğu için belki de bize özel bir kıyak geçerek The Doors'tan When the music's over çaldılar.

Gerçekten uzun zamandır dinlediğim en iyi konser olarak tarihime geçebilir. Tool konserinde kendimden geçerek çıktığımı hatırlıyorum, aynı duyguyu dün gece yine yaşadım. İnanılmaz, tarifi zor bir konser oldu. Özellikle Melissa'nın inanılmaz performansı için bile saatlerce orada kalınabilirdi ki olgunlaşan canlı performans işin tuzu biberi oldu. Gerçekten inanılmazdı.

Bu kadar laf ettikten sonra İksv Salon için ayrı bir parantez açmam gerekecek. Ben MELISSA AUF DER MAUR KONSERİNE 25TL VEREREK GİTTİM. Bu cümle bir şeyler ifade ediyor mu bilmem ama ağzımdan salyalarak akıtarak çıktığım konsere sadece 25 tl verdim. Bugün İstiklal'de çoğu gece kulübü ya da rock bar'a girişin 15tl+içki olduğunu düşünürsek, İksv Salon'nin nasıl bir fiyat politikası uyguladığını görmüş oluruz ki getirdikleri grup/sanatçılara değinmek dahi istemiyorum. Daha bir ay öncesinde Midlake gelmişti. Ne yaptın İksv Salon, ne yaptınız?

Bir kadın sahne üzerinde bu kadar mı karizmatik durabilir? Bir kadın sahneyi bu kadar mı kaplayabilir? Bir kadın, bir kadın, bir kadın...


Edit: Gitaristler Haneke'nin Funny Games (2007) karakterlerine benziyordu. Giydikleri sahne kıyafetleri, saçların modelleri, hareketleri vs...

16 Aralık 2010 Perşembe

123'ün yeni albümü ''Arve'' izleyiciyle buluştu

Daha önceden ne kadar istenilse de canlı olarak bir türlü denk getirilemeyen grupların arasında yer alan 123, 14 Aralık gecesi IKSV Salon'da yeni albümleri Arve'nin tanıtım konserini gerçekleştirdi.

Saatler konser başlangıcı olarak gözüken 21:30'a geldiğinde, ilk etapta mekan gayet sakin gözükse de, kısa bir süre içerisinde kendini gayet iyi toparladı ve çeşitli aksiliklere rağmen, güzel bir kalabalık önünde gayet keyifli bir konser gerçekleşti.

Birkaç gün içerisinde müzik marketlerde yerini alacak olan bu albümde şimdiden 3 adet favorim oldu bile!


İzleyemeyenler, bir daha ki buluşmayı kaçırmayın derim!




14 Aralık 2010 Salı

Scythelence: Hava Durumuna Göre İdeal


Eğer hava durumunu ben sunsaydım şöyle derdim:

Evet sevgili İstanbul'lular bugün İstanbul'da Yağmurlu ve Soğuk hava hakim. Hatta yer yer keşfi doğru yapanların evlerinin tepesinde bir Ambians ve Yaylılar grubu müthiş konserler veriyor.

Scythelence;

Bu tanımlama için uygun bir hareket. Ne biliyorsun diyeceksiniz bu adam hakkında vallahi ne yalan söyleyeyim hiç birşey bilmiyorum. Klasik müziğe sardığım bu günlerde Neo-Classical / Ambient tanımlasını görünce bu da ne ola ki? diye atlayıp, indirdiğim bir adam ve Post-Romantic Syndrome albümü.

Tek başına, Myspace adresindeki resimleri görünce aaa aynı Gökhan Kırdar dediğim adam. Bizim Gökhan Kırdar'ın Rus hali.

Müzikleri ise tanımlamaya uygun şekilde gerçekten ben ilk defa dinlesem Ambient'i direk yapıştırırdım. Lakin Neo- ibaresi bana hep ucu açık geldiğinden boş bırakabilirdim. Abimiz hakkaten adamı öldürecek kadar ambient'e boğmuş. Ama diyorum eğer kafanız gerçekten bulanıksa açıp dinleyeyim demeyin. Çok ciddiyim. Tehlikeli bir müzik nihayetin de.


http://www.myspace.com/scythelence

Myspace adresinde albümü ücretsiz olarak indirebileceğini linkler mevcut.
(...)

Radyo Babylon resmi yayın hayatına başlıyor!

Babylon ve dolayısıyla Pozitif yaptığı güzelliklerin arasına yeni birini daha ekledi. 

İstanbul'dan Dünya'ya... Radyo Babylon...

Birkaç aydır internet üzerinden deneme yayınları yapan Radyo Babylon, 16 Aralık Perşembe günü resmi olarak yayınlarına başlıyor.

www.radyobabylon.com

Merakla bekliyoruz...

9 Aralık 2010 Perşembe

Yeni Saplantım: Gösta Berlings Saga



Detta Har Hänt isiminde bir albümden fırlamış karma-karışık, temiz nağmeler ile parıl parıl parlayan duygular gibidir... yani ta kendisidir Gösta Berlings Saga//

İsveç yine tüm güzelliği ile bir makina gibi sürekli gruplar hediye ediyor dünya alemine. Nasıl bir enerjidir, nasıl bir ülkedir ...

Gösta Berlings Saga - Detta Har Hänt albümü deneysel albümler kategorimde zirveye yaklaşacak bir albüm. The Non sonrasında Paucity ile arasında gidip geldiğim ve sonunda evet The Non'da iyi ama bu daha bir progressive diyerek sevdiğim. Artık dinlemekten vaz geçip, analizlerine girdiğim grup.

1924 yapımı bir filmden ismini alan grubun kadrosunu daha önce doğal olarak duymadığımız Einar Baldursson, David Lundberg, Gabriel Hermansson, Alexander Skepp isimleri oluşturuyor.

Kayıtlarını kim yaptı falan bilmiyorum ama çok beğendim. Özellikle gitarların sağ-sol kanallara dağılımı bazı kalıplaşmış, kendini aşamayan, ben kendi kayıtlarımız için gitarlar sağa sola %70-%80 dağıt dediğimde "oha" diyen insanlara kapak niteliği taşıyor. Ee boşa dememişler tırnağın varsa başını kaşırsın diye.

Sorterargatan 3 ve Vastarbron 05:30 şimdilik en favori şarkılarım. Sindire sindire dinliyorum.



Sorterargatan 3 de kanallara dağıtılmış tekrarları (hatta loopları demek daha doğru olur) tek bir renk üzerinde farklı denemeler gibi ... 3. dakikadan sonra sol kanaldan giren ritm gitarlar şarkının kalan kısmının çoğunda eşlik ediyor. İlerleyen dakikalarda ise Opeth'ten alışık olduğumuz klavyeler bize İsveç'in havasını hissettiriyor. Çok ufak bir eleştiri yapmak istiyorum orada. Klavyelerin miksinden mi? tonundan mı? mp3 olmasından mı? neden bilmiyorum ama her tuşlara dokunuşta sesin gidip gelmesini sevmedim. (teknik olarak bilmeyince böyle anlatabilirim)... Şarkıyı sürükleyici kılan şey ise kesinlikle davullarıdır. Yoksa 9:48 uzunluğundaki bu şarkı, çok fena sıkıcı hallerde olabilirdi.

Vasterbron 05:30 için yorum yapmam çok erken olabilir. Blues vari sololar ile Post-Progessive Rock sentezi gerçekten deneysel ve ilginç hatta hoş olmuş diyebilirim. Sorterargatan 3'e nazaran daha duygusal bir yapısı var.

Tüm albümü analiz etmem uzun sürebilir. Bunları analiz edip yazma konusunda net bir şey söylemem. Ben edeceğim ama yazar mıyım orasını bilmem.

Bu arada albümün ismide İsveç'te bir televizyon programıymış!

Enteresan doğrusu.
Sevdik.


8 Aralık 2010 Çarşamba

HAFTANIN ŞARKISI | Beirut - St Apollonia

13 Şubat 1986 New Mexico doğumlu bir müzik dahisi...

Zack Condon...

2006 yılında solo proje şeklinde başlattığı müzik yaşantısında, daha ilk albümden gidişatın ne denli güzel olacağının sinyallerini gözlere sokmuştu zaten Zack Condon. Ki yanıltmadı da böyle düşünenleri, 4 senede çıkan irili ufaklı bir sürü albüm ve şarkıyla birlikte...

The Gulag Orkestar albümünden aynı isimli parça ya da Postcard From Italy'yi dinlemek, grubu sevmek için başlı başına bir sebepti zaten. Bu gelenek diğer albümlerde de bozulmadı. En alakasız bir insanı bile bir şarkıyla kesinlikle yakalıyordu bu adam hiç acımadan.

Böyle grupları ayrı bir seviyorum. Dünyanın en müzikten anlamayan, en abuk adamını bile getirsen karşına, kulaklığı kulağına taktığın zaman yüzünü dahi buruşturmadan sonuna kadar dinleyip, beğeniyor ya... İşte orada çok fena hazlar duyuluyor. Negzel değil mi yahu?  Hatta işi iyice abartıp ''şarkıyı bana da atsana'' diyenleri bile var!

Şöyle ki; Sagopa'dan Kürtçe türkülere kadar oldukça geniş bir müzik dağarcığı olup, bu tarz işlerle oldukça alakasız bir arkadaşın telefonun da şu an BeirutShamrain, IAMX, Emptyself, Midlake ve hatta Iron Maiden çalıyorsa olay işte orda bitmiştir abicim...

Keşke bizde şimdi boğaza karşı oturaydık da, ortada ''Düş Sokağı Sakinleri ateşi'' yakarak bu şarkıyı söyleyeydik. Güzel olma mıydı? :'(

1 Aralık 2010 Çarşamba

PJ Harvey'den Yeni Single: Written On The Forehead

15 Şubat 2011'de yeni stüdyo albümü Let England Shake'i çıkarmaya hazırlanan İngiliz ablamız PJ Harvey, yeni albümden ilk single olarak Written On The Forehead'i paylaşıma açtı.




30 Kasım 2010 Salı

The Killers'tan ''Christmas'' özel single'ı: Boots

2002 yılında Las Vegas'ta kurulan Indie Rock grubu The Killers, 2006 yılından beri devam ettiği geleneğini bozmayarak, Christmas için bu yıl da  özel bir single yayımladı.

Şu an için parçaya en ulaşılabilir yer olan Glogster'den The Killers özleminizi dindirebilirsiniz.

Bir de elimizde şöyle bir konser videomuz var.

Buyursunlar...

26 Kasım 2010 Cuma

Be "The Band" Müzik Yarışması


Babajim Istanbul Studios & Mastering ve Radyo Eksen ortaklığıyla düzenlenen Alternatif, Indie tarzları için düzenlenmiş müzik yarışmasıymış. 


Bir ara ciddi anlamda patlamıştı. Her yerden festival ve müzik yarışmaları ile ilgili organizasyonlar düzenleniyordu. Şu an bir geri çekilme söz konusu. Mesela Radyo Boğaziçi'nin düzenlediği Battle of the Bands'in finalinin ertelenmesi ve geçen seneki final ve sonrasının sönük geçmesi düşündürücü. 15. Roxy Müzik Günlerinin de birinci olan Eskiz ile ilgili sağda-solda çok fazla ses duymamızda cabası. 


Bir kaç yıl önce Feridun Düzağaç bir TV kanalında yarışmalara karşı olduğunu, düşüncenin yarıştırılmasının, rekabet ortamının oluşturulmasının mantıklı olmadığını söylemişti. Mantıklı geliyor. Sonuçta müziği üreten insanlar kendi iç dünyasında yaşadığı tüm isyanları, duyguları, hoşlukları kendi kapasitesi dahilindeki sesler ile ifade ediyor. İnsanların hislerinin yarıştırılması sonucunda kaybeden bir gruba "bu adamlar hislerini doğru yansıtamıyor" demek doğru değildir.

Tabi hisler, potansiyel yetenekler, post-modern müzikal düşünceler'in sektörel anlamda bir geçerliliği yoktur. Önemli olan mahalle ağzıyla söylemek gerekirse grupların her türlü "gideri olması" lazım. Zira bu ülke sınırları içerisinde acayip şanslı değilseniz yapabileceğiniz tek şeyin "giderinizi" göstermeniz. 


Neyse biraz iyi niyetli düşünüp, polyanna olalım. Söz konusu yarışma için 15 Ocak 2011'e kadar vaktiniz var. 


Yarışma detayları için;


http://www.myspace.com/bethebandmuzikyarismasi



25 Kasım 2010 Perşembe

HAFTANIN ŞARKISI | The Decemberists - We Both Go Down Together

2000'li yılların başında, Amerika/Portland/Oregon'da kurulmuş olan The Decemberists son zamanlardaki takıntımız...javascript:void(0)

Grup 18 Ocak 2011'de yeni albümü The King is Dead'i yayınlayadursun, biz hala 2005 yılında çıkardığı o leziz albüm Picaresque'te kalmaya devam ediyoruz. Pekte iyi yapıyoruz...

Picaresque'nin 2 numarası, bu haftanın şarkısıdır arkadaş!

Dinle!

Bir de hazır fırsatını bulmuşken, son albümden çıkan ilk single Down by The Water'ın, Conan O'Brien'da yer alan performansının videosuna, bir göz kulak atmanızı öneriyoruz.

http://www.myspace.com/thedecemberists
http://www.facebook.com/thedecemberists

24 Kasım 2010 Çarşamba

Ağlatıp, gittiler! | Midlake İstanbul Konseri

Ve gün itibariyle İstanbul'dan hüzün dolu müziklerin sahibi, saçlı, sakallı, 7 tane Texaslı adam geçti...

22-23 Kasım tarihlerinde İKSV Salon'da sahne alan Midlake bizlere hiç acımayıp, arkasında gözleri yaşlı bir şekilde bıraktı ve gitti.

Gittiğimiz 21 Kasım konserini baz alarak konuşacak olursak;

Öncelikle 7 tane saçlı, sakallı adam, tam da dendiği gibi 22:00'de sahnedeki yerini almıştı. Kimi zaman büyük sıkıntılar yaratabilen ''konser öncesi saatlerce bekleşme'' durumları yaşanmamasından ötürü direkt olarak sıkış tıkış olmayan ''Salon'''da yerimizi rahatlıkla alabilmiştik. Sadece birkaç ay önce tanıştığım 'sade ama yürek teli titreren' bir müzik icra eden bu güzel grubun parçalarını mp3 player ya da bilgisayar vasıtasıyla dinlemek bile başlı başına heyecan verici bir durumken, kanlı canlı bir şekilde izlemek tamamen eargasmın nirvanaya ulaşmasıydı benim için! Ardarda patlatılan hitlerle, tokat ardına tokat yiyen bizler doyamadık ki bu güzel insalara...


Winter Dies, Acts of Man, Bring Down, Young Bride, Roscoe, Head Home, Core of Nature... Hatırladığım kadarıyla Small Mountain haricinde beklenilen bütün parçalar da çalınmıştı.


Yer yer bize ''kısa mı kestiler parçayı'' dedirtseler de, bazı parçalara yerleştirdikleri uzun ve akıcı jam session'larla yağ gibi akıp gitti konser. Son olarak 2 parçalığına bis'e gelen grup, arkadasında gözleri yaşlı bir grup genç insan bırakarak, bir habere göre de soluğu Peyote'de almış!


Son olarak; sahnesine getirdiği ve getireceği bir çok ''nokta atışı gruba'' ön ayak olarak, ortamlara fena bir şekilde girmiş olan Salon ve onun yetkili kişilerine, kimseden tek bir olumsuz laf duymadığım bu güzel konseri sağladıkları için bir adet ''special thanks'' göndermeden de yapamiciğim.

Allahsızsın Midlake!

21 Kasım 2010 Pazar

Band of Horses'dan yeni video: Dilly

Geçtiğimiz günlerde Band of Horses'ın son albümü Infinite Arms'tan Dilly'e bir adet video geldi.

İlk olarak IMDb'nin sitesinden premieri yapılan bu ''kanlı canlı'' klibin hala izlemeyeni varsa, olmasın!




Band of Horses "Dilly" Music Video from Adam Richards on Vimeo.

20 Kasım 2010 Cumartesi

Mogwai'den Ses Geldi!

14 Şubat 2011 tarihinde piyasaya sürülecek olan yeni Mogwai albümü Hardcore Will Never Die, But You Will'den ilk sesler duyulmaya başlandı.

10 adet parçaya sahip olacak bu yeni albümden ilk single olarak Rano Pano da dinleyenlerin paylaşımına açıldı.

İtinayla saldırınız!

http://www.mogwai.co.uk
http://www.myspace.com/mogwai

[Back to the Future] Morissey - Derin Hafiflik


Blog ilk çıktığı zamanlarda aklımızda; sitenin içeriği her ne olursa olsun, yapacağımız şeyin 'farklı' olması vardı. Hani sorsanız, farklılaşma adına şu ana kadar yaptıklarınız sizi tatmin etti mi diye, büyük ihtimalle ''pek sayılmaz'' deriz. Dolayısıyla yaptığımız 'şey' içerik olarak tatmin edici bir yerde olsa bile, farklı olmak adına bir o kadar da gerilerde.

Aklımızda bir kaç yeni fikir var. Bunlardan bir tanesi de Roll'den geçmişe dair alıntılar yapmak.

Roll çoğumuzun severek okuduğu bir dergiydi . Müzik adına popüler olana maruz kalan kitle için, alternatif olanın dışa vurumuydu belki de. Geçen aylarda sarı yapraklı bu dergi malesef kapandı. Kapanma sebebi ne bilmiyoruz. Ancak artık Roll yok. Sadece elimizde kalan Roll sayıları var. Blog olarak eski Roll sayılarından el verdiğince alıntılar yapmak istiyoruz.

Bilirsiniz ki Roll röportajları ve diğer dergilerden çeviri röportajlarıyla 'ünlü' bir dergiydi. Özellikle Nme,Şos Inrockuptibles, Mojo ve Uncut gibi dergilerden çevirileriyle bizleri çok sevindirirdi. Uzun lafın kısası düşündük ki; hem Roll'ü unutturmamak adına hem de bloga farklı bir boyut katmak adına eski röportajları buraya ekleyelim dedik. Okuyanlar ve Roll'ü hiç okumayanlar için farklı bir deneyim yaratmak istedik. Umarım becerebiliriz. İlk denememiz Morissey'le. Haydi hayırlı traşlar.

MORISSEY - DERİN HAFİFLİK
Smiths'le bir araya geleceğime taşşaklarımı yerim daha iyi. Dikkat edin bu cümleyi bir vejetaryen söylüyor.

Yeni albümünüz "Ringleader of the tomentors"'un sözleri ve sesiniz yeni bir hayata başladığınız duygusu uyandırıyor?
Doğru, Yeni bir hayata başladım.Kendimi o kadar iyi hissediyorum ki, hafiflemiş gibiyim. Roma'da yaşamaya başladığımdan beri geçirdiğim değişim benim için şaşırtıcı.

Müziğiniz ve şarkı sözleriniz erotikleşmiş
O yeni değil hep erotikti.

"Ringleader of the tormentors"ı dinleyenlerin büyük çoğunluğu aşık olduğunuza hükmedecek, Haksız da sayılmazlar...
Evet, bir insana aşık değilim. Bir şeye aşığım. Albümdeki şarkılarda bunu anlatıyor zaten. Dolayısıyla bu konuyu deşmeyi bırakın.

Romaya taşınmanızın sebebi birisiyle birlikte olmanız değil mi?
İçinizdeki magazin muhabirini susturun artık. Cıvık bir magazin boyutuna girmesek daha iyi olmaz mı?

Uzun süre Los Angeles'ta yaşadıktan sonra niye birden Roma'ya taşındığınızı merak ettik. İngiltere'ye o kadar bağlı görünüyordunuz ki, sizi başka bir yerde düşünebilmek imkansızdı. Ama yedi yıl Los Angeles'ta yaşadınız, Şimdi'de Roma'dasınız...
Çok uzun zaman atgözlüğüyle yaşadım. Sık sık seyahat ediyordum, ama geçip gittiğim Avrupa kentlerine karşı bir hassasiyetim yoktu. Genel olarak ruh halim öyleydi, çok içe dönüktüm. Ama değiştim ve yeni ufuklara açıldım.

Müziğe dönelim...Yedi yıllık aradan sonra 2004'deki dönüş albümünüz "you are the quarry", artık sakin, yumuşak işler yapacağınız izlenimini bırakmıştı. Oysa yeni albümünüz bayağı rock bir albüm. İki albüm arasındaki farkın sebebi ne?
Yorgun ve bıkkındım.Ruh halim öyleydi.İtalya devreye girdi ve yeni şarkılar biçimlerini buldu.Roma bana gücünü,savaşkanlığını ve mücadele gücünü verdi. Enstrümantasyonları çoğalttık, bu sayede şarkılar çok katlı oldu.Bu arada, Tony Visconti'nin dahi bir prodüktör olduğunu belirtmem lazım, şarkılara bir sürü güzellik kattı.

Albümün ikinci parçası " dear god, please help me", efsanevi film müzikleri bestecisi Ennio Morricone de katılmış...
Morricone'nin albüme katılması tamamen tesadüfen oldu.Bizim kayıt yaptığımız stüdyo'ya uğraması gerekiyormuş. Ses mühendisleri bizi uyarmıştı: "Morricone stüdyoya ne zaman gelse, kayıt yapan müzisyenlerden birisi birlikte çalmayı teklif eder, o da her seferinde reddeder. Aklınızdan bile geçirmeyin. Kimleri redetmedi ki" Ama biz yine de ona parçalardan birini dinlettik.O da parçanın düzenlemesini yapmayı kabul etti.36 müzisyenden oluşan bir orkestra getirdi ve kendi dünyasına kapandı. Morricone'yi izlemek müthişti.Şarkının bütünü üzerinde düzenlemeler yaptı. Onu yaklaşmak çok zor, hep etrafı çevrili ve İngilizce bilmiyor. Geliyor,yapması gerekeni yapıyor ve gidiyor."
---------------------------------------------------------------------------------------------------
Pete Doherty'i nasıl buluyorsunuız?
Malesef müzikten çok medya sirkiyle iştigal ediyor. Bu feci bir tuzak ve her nedense Pete Doherty o tuzağa balıklama dalıyor. Kate Moss onu kendi düzenine çekmiş gözüküyor. Hal böyle olunca da Doherty'i umursamam için bir neden yok.Hayal kırıklığına uğrattıysam özür dilerim ama , durum böyle.

Arctic Monkeys hakkında ne düşünüyorsunuz? Albümlerinin adı (Whatever people say i am, that's what i'm not) çok Morrisey kokuyor. Bugünlerde hit olan o albümün adını duyduğunuzda ne düşündünüz?
O albümün adı Jools Holland'in "Later" adlı şovunda beni takdim edişini hatırlattı: İnsanlar hakkımda ne derlerse desinler, bahsettikleri ben değilim. Arctic Monkeys'in kitaba atıfta bulunacak zevkte olmaları memnuniye duydum. O grup hakkında bundan ötesinde bir fikrim yok.

Hiç dinlemediniz mi onları?
Bir defa televizyonda gördüm.
--------------------------------------------------------------------------------------------------
O günlerdeki halinizin bugünün gençliğinde aynı etkiyi uyandıracağını umuyor musunuz?
Hayır, asla öyle bir etki olmaz. Kamuoyunun zevkleri çok değişti.Herkes daha eğitimli ve şoklara daha çok şerbetli.

Yani Smiths doğru yerde doğru zamanda mı çıktı? Birkaç yıl önce ya da birkaç yıl sonra çıksaydı aynı etkiyi yaratmaz mıydı?
Asla yaratmazdı. Smiths ortaya çıktığında dünyanın gözü başka yerlerdeydi. İnsanları ancak öyle şaşırtabilirsiniz.Eğer gelişiniz bandoyla duyuruluyorsa, plak şirketiniz bas bas bağırıyorsa , kimseyi şaşırtamazsınız. Sessizce insanların arkasından gelip omuzlarına dokunmanız ve dönüp baktıklarında yüzlerinde oluşan ifadeyi yakalamanız gerekiyor. Ben bunu sık sık yapıyorum.

Bu soruyu sormak kaçınılmaz, çünkü bütün smiths fanlarının aklından geçirdiği bir şey: Yeniden bir araya gelme ihtimaliniz var mı?
Bu duyguyu anlıyorum. Ama bununla birlikte herkesin aklından geçen bir düşünce de var: Bol sıfırlı bir çek verirlerse, neden olmasın? Hayır, olmaz. Aradan 18 sene geçti.Artık ne ben onları tanıyorum, ne de onlar beni. Dolayısıyla neden sahneye çıkıp birlikte müzik yapalım ki? Anlıyorum, dağılmış bütün önemli gruplara bu soru sorulur, Benim cevabım prova edilmiş bir cevap değil (Beyler adam burada Pink Floyd'a laf sokmuş); Smiths'le tekrar bir Smiths'le bir araya geleceğime taşşaklarımı yerim daha iyi. Dikkat edin bu cümleyi bir vejetaryan söylüyor.

-----------------------------------
ROLL-107. Sayı
s36-38

Yeni Arcade Fire Videosu: The Suburbs

Yeni Arcade Fire albümü The Suburbs'ün aynı ismi taşıyan şarkısına tazecik bir de klip gelmiştir.

Klibin yönetmeni Spike Jonze de yine ''çocuğu koymuş''.

16 Kasım 2010 Salı

The Do'dan İlk Single: Dust It Off

Geçtiğimiz ay içerisinde, yeni albüm haberini şu şekilde vermiş olduğumuz The Do'dan ilk single geldi.

Dust It Off adındaki bu parçaya ulaşabilmeniz için bu adrese girip, mail adresinizi kaydettirmeniz yeterlidir.

E bu kadar güncel haberle birlikte, cağnım ülkemi 2011 yılında gerçekleşecek yeni albüm turnesi içerisinde de görmek ister bu gözler.

11 Kasım 2010 Perşembe

The Dears'dan Yeni Albüm ve Video Geldi

Yeni yeni tadını çıkardığım Kanadalı grup The Dears'tan güzel haberler gelmekte...

15 Şubat 2011 tarihinde Degeneration Street isimli yeni albümlerini çıkaracak olan grup, yeni albümün ilk single'ı Omega Dog'un canlı kaydından oluşan bir adet video yayımladı.

Grubun ismini duymamışlar için; 2005 çıkışlı No Cities Left ve akabinde yayımladıkları Gang of Losers albümleri önemle tavsiye edilir.

Kulaklarınızı itinayla kabartınız ey efendiler!



http://www.myspace.com/thedears
http://www.thedears.org

9 Kasım 2010 Salı

Kasım Ayında Konser Başkadır!

Bu günlerde, çok garip ama aynı zamanda hoşuma da giden bir tabir olan ''pastırma sıcakları''nı yaşasakta, soğukların bastırmasıyla beraber sezonun açılması, konser mevsimini de iyice hareketlendirmeye başladı.

Birçok mekanda, birçok sevdiğimiz grubu, her hafta bir yerlerde izleyebilme şansına sahip olmamız da en güzel bişi.
Neyse, yine bu ay içerisinde yapılacak bir kaç etkinliği bir kez daha hatırlatmakta fayda görüyoruz ki;


En son 21 Nisan gecesi Babylon'da görüp, şöyle de haberini verdiğimiz eski Lamb vokali Lou Rhodes, 10 Kasım tarihinde Babylon'da bir kez daha sahne almaya hazırlanıyor.

Konserin Biletix fiyatı ise; 33.50 tl





Ardından bas bas bağırıp yaydığımız, son zamanların takıntı grubu Midlake'in 22-23 Kasım tarihlerinde IKSV Salon'da verecek olduğu konser mevcut.

Onun da Biletix fiyatı; Tam: 45 tl, Öğrenci: 28 tl

Kapıdan alacaklara Tam: 40 tl, Öğrenci: 20 tl olarak gözüküyor.




Yine geçtiğimiz yıl Ekim ayı içerisinde solo projesi sebebiyle Ghetto'da sahne alan Azam Ali bu sefer de sufilerin gizemli dünyasında yolculuğa çıkarıcı, Fars ve Hint kültürleriyle bezeli müziğiyle ''Niyaz'' olarak bir kez daha ülkemize ayak basıyor.

Konserin bilet fiyatı Biletix'de; 39 tl




Ve bir de son dakika golüyle Aralık ayında geleceğini öğrendiğimiz eski Hole ve The Smashing Pumpkins basscısı kızıl hatunumuz  Melissa Auf der Maur...

17 Aralık tarihinde IKSV Salon'da sahne alacağı açıklanan MAdM'nin konserinin bilet fiyatları ise;

Kapıdan: 25 tl - 40 tl
Biletix'de: 28 tl - 45 tl

4 Kasım 2010 Perşembe

Steven Wilson ve Mikael Åkerfeld



Sıcağı sıcağına..

İkili çok yakın bir zaman dilimi içerisinde özel bir projede beraber çalışacakmış. Hatta Portnoy'un bile ismi geçiyor.

1 Kasım 2010 Pazartesi

A Perfect Circle Geri Geldi!

A Perfect Circle'ın dönüşünü daha önceden A Super Comeback diyerek duyurmuştuk sizlere.

Geçtiğimiz günlerde, bu dönüşün kanıtını da Jimmy Kimmel Live aracılığıyla bir kez daha görmüş olduk.

Passive, Weak And Powerless ve Judith ile tekrardan aramıza dönmüş olmanın mutluluğunu yaşatan APC, bakalım önümüzdeki günlerde ne gibi atraksiyonlarla daha karşımızda olacak.

Görelim, bakalım, izleyelim...

28 Ekim 2010 Perşembe

The Do'dan Yeni Haberler

Geçtiğimiz günlerde haftanın şarkısı olarak da blogumuzda yerini alan The Do'dan güzel bir haber geldi!

2005 yılında kurulmuş olan Fransız Indie Pop ikilisi 2005 yılında, çekimlerinin bir kısmı İstanbul ve Kapadokya'da gerçekleşmiş olan ''Empire of the Wolves'' (Kurtlar İmparatorluğu) filmi için yaptıkları soundtrack albüm sayılmadığı takdirde, ilk albümleri A Mouthful (2008) ardından çıkaracakları ikinci albüm ve turnesini 2011 Mart ayı içerisinde yapmayı planladıklarını açıkladı.

Sadece bir albümle bizdeki etkisini bu denli yükseklere çekebilmeyi başarmış olan bu grup, belkide en kritik albümünü şimdi yayımlıyor. Umarım ilkinden alakasız, 180 derece değişen bir tarzla beraber sıçış bir albüm görmeyeceğiz bu beklemenin sonunda. Ve yine ahlar vahlar içerisinde Olivia Bouyssou Merilahti ablayı dinleyip, mest olabileceğiz.

http://clients.fcinq.com/cinq7/thedo/index.html


27 Ekim 2010 Çarşamba

C.Ronaldo Defansta Oynar mı?


Müzik ve Futbol birbirlerine çok benzerler. Eğitim süreci ve sonrası doğrudan benzer özellikler taşır. Bir futbolcunun gelişim çağındaki fiziksel gelişimi ve taktik bilgisi onun 17 yaşından sonra büyük bir yıldız olma yolunda ilerlemesi demektir. Tabi şans, ülke faktörleri de bunu doğrudan etkiler ama neyse konumuz bu değil tabi ki... 

Müzik içinde erken yaşta kişiye kazandırılmış fiziksel ve mental eğilimin ileri ki yıllarda hak ettiği yerde olmasa bile en azından doğru bir müzik karakterinde olacağını gösterebilir. Bu yüzden ülkedeki Müzik kültürünün orta okul çağındaki çocuklara blok flüt ve Serdar Ortaç soslu 7 nota üzerinden anlatılmasına anlam veremiyorum. Yakın zaman içinde 11 yaşındaki koleje giden bir kız çocuğunun piano eğitimi, Mozart ve Bach isimlerini ağzından düşürmemesi, yaşının gereği bunlar ile ön plana çıkma çabası açıkçası beni şaşırtmıştı. Klasik müzik eğitimi sadece parası olan, elit kesimin hak ettiği bir müzik türü değildir. Daha varoş kesimlerde pek çok çocuğun bağlaması sırtında gezdiğini görebilirsiniz. Bunun elbette kültürel farklılık ile doğrudan alakası vardır. Ama kalkıp müziğin dili, dini, ırkı olduğundan bahsetmek çok yersiz olacaktır. Bunu böyle algılayıp, müziği sınıflandırmak çok saçma olacaktır. Bach'ın nasıl bir müzisyen olduğunun tüm müzikle uğraşanların uzaktan ya da yakından bilmesi, ilgilenmesi büyük kazanç olacaktır. Tabi Bach'ın kim olduğunu ona öğretecek, varlığından bahsedecek kişilerin mutlaka her kesimde olmalıdır. 

Mesele virtüözlük falan değil. Disiplinli bir çalışma sonucunda mükemmel enstrüman hakimiyeti elde edilebilir ama mentalite olarak gelişmenin disiplinli çalışmayla alakası yoktur. Müzik gerçeğinin farkında olmak, o farkındalığı bol bol araştırarak, dinleyici olma kavramından sıyrılıp, üreten-müzisyen kavramına yaklaştırmak ile elde edilmesi gerekmektedir.

C.Ronaldo'dan kasıt şudur? Pes2010 oynayanlar bilirler. Oyuncuları mevkilerinde oynatınca puanları artar. Kalkıp C.Ronaldo'yu defansa koyarsanız tam puanlarını bilmiyorum ama sanırım 50-60 lara düşer. Müzik içinde mental ve fiziksel kapasite dahilinde grupların doğru strateji ile müzik yapmaları gerekmektedir. Aksi takdirde uzun stüdyo çalışmalar, öz güven kaybı, başarısızlık ve hüsran ile geçen yılların olması kaçınılmaz bir son olacaktır. 

Sex Pistols bir röportajında cover çalmaya çalıştıklarını ama iyi çalamadıkları için kapasiteleri dahilinde, kendi şarkılarını üretmeye karar vermelerinden bahsediyorlardı. Fiziksel olarak yetersizlik zaman içerisinde tolere edilebilir ama mental olarak eksikliklerin fark edilemezse tolere edilmesi çok zordur. O yüzden amatör grupların doğru zamanda doğru yerde olabilmeleri için kapasitelerinin farkında olarak, mentalitelerinin kapasitelerinin en az bir kaç yıl ileriden gitmesi koşuluyla, savundukları fikirlerin daima arkasında olmaları gerekmektedir. Şahsi görüşümdür ki kapasitelerinin sınırlarını daima zorlamalı ve o zorlamanın sonucundaki gelişimleri zamana yayarak gözlemlemelilerdir.

Daima ileriye doğru yürüyen insan ilk başladığı noktayı her adımda daha geride bırakacaktır. 

26 Ekim 2010 Salı

HAFTANIN ŞARKISI | Jehan Barbur - Neden

1980 Beyrut/Lübnan doğumlu dupduru bir ses. Aynı Zühal Olcay, Birsen Tezer familyasında olduğu gibi son derece naif ama bir o kadar da vurucu... Bugüne kadar bir çok projede, birbirinden değerli bir çok isimle çalışmalar yapmış olan Jehan Barbur takıldı bu hafta da kulaklarıma.

Daha önceden dinlenilen sıradan bir şarkı, kimi zaman ''doğru yerde, doğru zamanda'' dinlenilince çok daha başka yerlere sürükler ya insanı, işte Jehan Barbur'un ''Neden''i de aynen o etkiyi bıraktı bende. Repeat manyağı yapıp, sadece kendime saklayasım geliyor! (Yalaaan söylüyorsun)


Bu arada Jehan Barbur'un -biraz da denk düşmüş olan- yeni albüm haberiyle de bu postu güzel bir şekilde sonlandırmaktan mutluluk duyuyorum. Yarın itibariyle tüm müzik marketlerde Jehan Barbur'un 2. solo albümü olan ''Hayat''ı bulabilirsiniz efendim. Hatta şuradan da önceden bir dadına bakabilirsiniz.






http://www.myspace.com/jehanbarbur
http://www.jehanbarbur.com

20 Ekim 2010 Çarşamba

VİDEO # Massive Attack - Atlas Air

Massive Attack'ın son albümü Heligoland'ın son parçası olan Atlas Air'e bir adet video gelmiş bulunmaktadır efendiler.

Tez zamanda izlene!

18 Ekim 2010 Pazartesi

Stone Sour - Audio Secrecy

Çok klişe bir örnekle posta başlamak istiyorum. Müzikal gelişim -evrim- denen bir nane var ya hani? Çok sıradışı örnekler haricinde çoğumuz için de geçerli olan evrim.

Çok öteye gitmeyelim. Bu evrim önce yerli kaynaklı rockla başlar, sonra o sırada Metallica denen bir grup çıkar, sonra Nu Metal ve Grunge ortaya çıkar, sonra gitarın sesi artar ve Death Metal'e kayarsınız, artık müzikte kalite arıyorum diye bir anda progresif dinlemeye koyulursunuz, sonra anlarsınız ki başınız ağrımaya başlamıştır; 70'lere kayarsınız, sonra bir bakmışsınız yaş 25'lere gelmiş, artık kulak distortion duyduğunda "aboo" tepkisi vermeye başlıyor, işte o zaman indie ve ambient dinlemeye başlamışsınız..sonrasında jazz, alternatif, minimal vs... diye gider.

Galiba bu evrimsel sürecin tam da indie bölümündeyiz(m). Şimdilik sıkılmadık(m). Güzel gidiyor ama biliyoruz(m) ki her canlı fani gibi jazz ya da alternatif bir şeylere döneceğiz(m). Şu an geldiğim noktada bazı zamanlar oluyor ki hayatımda, geçmiş beni çekiyor. Nasıl eski sevgiliyi deliler gibi özlersin ya bazen, onun gibi bir anda geçmişimin müziğine dönüş yapabiliyorum. Bazen canım sıkılıyor ve distortion arıyorum, kulak zarım iflas etmesine rağmen.

İşte tam da o zamanlarda, eskiden dinlediğim gruplar tekrar gün yüzüne çıkıyor. Bu tanıma en çok uyan grubum Alter Bridge idi. Gerçekten çok sağlam bir prodüksiyona ve müzikaliteye sahip bir grup Alter Bridge. Ancak geçmişimde fazla alternatifi olmadığı için, bazen Alter Bridge'i dinlemek bana yetmiyordu. Yeni kaliteli işler ararken, karşıma bir anda Stone Sour çıktı.

Stone Sour'u önceden dinlemiştim. Artık müzikal evrimimin hangi zamanında denk geldi bilmiyorum ama dinlediğim zamanlar bir türlü gruba alışamadım. Sonra İstanbul'a geldiler, tekrar dinlediğimde "Aaa (bir arkadaşa gönderme var), güzelmiş lan Stone Sour" demiştim. Sonrasında yeni albüm çıkardılar ve Milliyetçi Hareket partisinin 40. yılı kutlu olsun!

Evet, cümleyi Stone Sour'a biraz zor getirdim ama bazen indie janrı haricinde başka müzikal tarzlardan müzisyenleri yazdığımda, ister istemez blogun isminden dolayı bir korku kaplıyor içimi. Bunu sürekli tartışıyoruz zaten. İşte bu sebeple, neden bazen farklı müzikal yazdığımızı anlatmak istedim.

Her neyse Stone Sour'a geçecek olursak, Audio Secrecy adındaki yeni albümlerini yayınladı grup. Malum olmayan yerlerden albümü indirdik ve dinledik. Hani şöyle diyeyim, uzun zamandır bu kadar doyurucu bir albümle karşılaşmamıştım. Albüm öncelikle çok enerjik ve sert bir albüm. Daha önce stone sour dinleyenler varsa,bu albüm öncekilere göre çok sert gelecektir.

Başlangıçta boşuna Alter Bridge'den bahsetmedim dostlar, şöyle ki Stone Sour yememiş, içmemiş Alter Bridge'ın müzikal yapısını kendi müziklerine aktarmışlar. Albümü dinlerken, Alter Bridge'e çok benziyor bu demekten kendimi alamadım. Peki neden benziyor diye soracak olursanız?

1- Kullanılan ikinci gitarların (özel bir terimi varsa bilmiyorum) müziğe kattığı dinamizm
2- Solistlerin aşmış performansı -İki solistin sesi de çok güzel-
3- Müzikal alt yapıların nerdeyse birbirinin kopyası olması
4- Kullanılan sound birbirine benzemesi

Peki bu durumda, son albümden yola çıkarak aralarındaki fark ne derseniz? Alter Bridge Modern Hard Rock icra ederken, Stone Sour biraz daha progresif sularda.

Neyse özetlemek gerekirse, Stone sour'un yeni albümü olmuş ancak kopya çekmişler. Başarıyla çekmişler . Çünkü çektikleri kopyaya kendi niteliklerini koyup, şimdilik kopya çektikleri adamdan daha iyi not almışlar. Bakalım Alter Bridge'ın yeni albümü nasıl olacak. Onlar da yoldalar.

Kelebek Uçuşması

Hani bazı şarkı uyarlamaları vardır ''cover'' diye tabir edilen. İşte bunlardan bazıları en alakasız insanın kulağında bile bir şekilde yer edinebilmeyi başarmış, kaba tabirle ''cover orospusu'' olmuş şarkılardır. Zaman zaman da bin bir çeşit sanatçı yahut grup tarafından ısıtılıp ısıtılıp önümüze konur.

Ancak bunların bir de, şu örnekte de görülebilen ''bideğişik'' halleri de vardır ki; şarkı alınır, itinayla işlenir ve başka bir şey olarak topluma yeniden kazandırılır. İşte bu aynı, yıllar önce hoşlanılan hatunun/erkeğin, yıllar sonra tekrardan karşına çıkması ve o olduğu anlaşılmadan, ilk esnada başka biri zannedilerek, tekrardan midende hissettiğin o ''kelebek uçuşması'' durumudur.. (Kendi yazıp, sadece kendi anlayabilen yazarın haykırışıdır bu)

İşte onlardan birini daha gece gece anıp, paylaşmaktan mutluluk duyuyorum...

Patti Smith ve Smells Like Teen Spirit...



''Yok! Olmadı'' diyorsan; Tıkla!

14 Ekim 2010 Perşembe

HAFTANIN ŞARKISI | The Do - When Was I Last Home?

Son zamanlarda bir şekilde çevremde çok dinlenildiğini gördüğüm bir grup var. Belki de zaten dinlenilen bir gruptu ancak benim mazisi pekte eskiye dayanmayan tanışma hadisemizle birlikte her yerde karşıma dikilip, dikkatimi daha da bir çekmeyi başardılar. Evet, böylesine içli bir müziğe rağmen, isimlerinin baş harflerinden grup kuracak kadar da yüzeysel olan bu güzel Fransız Indie ikilisi The Do'dan bahsediyorum.

Bu sevimli, tatlı, duru sesin piyanoyla buluşması olarak da özetlenebilecek olan bu şarkıyı işitmek için tıklayabilirsiniz efem. ''Fazla söze ne hacet'' demişti diğ mi büyüklerimiz? (Yazıyı her zaman soru cümlesiyle bitiren blogger tipi.)

The Do Myspace

13 Ekim 2010 Çarşamba

Come Around Sundown ile Karşımızda Kings of Leon!

Yeni albümlerinden ilk single'ını geçtiğimiz haftalarda yayımlayan Kings of Leon, yavaş yavaş alışmaya başladığımız ''albümünü piyasaya sürmeden önce stream olarak paylaşıma açma'' olayını gerçekleştirerek bizlere albümü önceden dinleme imkanı sağladı.

http://radioactive.kingsofleon.com

Yukarıdaki linkten albümün tamamını dinleyebileceğiniz gibi, albüm ile ilgili bir de röportaja ulaşabilirsiniz.

Yayımlanan single'lar haricinde duyduğumuz bu ilk tınılar da Kings of Leon'dan boş bir iş gelmediğinin kanıtı olarak vurdu suratlarımıza.

Aslansın, kralsın sen...

8 Ekim 2010 Cuma

HAFTANIN ŞARKISI | Devics - Alone With You

Benim en sevdiğim janrlardan biri de ''Melek sesli hatunlar''dır. Hani şu ''Female vocal'' olarak da bildiğimiz tarz gibin...

Tamam öyle bir tür yok belki ama bana göre bal gibi de  var arkadaş. Seviyorum... Böyle dinlendiğinde içinde çeşitli hissiyatları uyandıran o melek sesli ablaları...

İşte onlardan biri de, Devics haricinde kendi solo albüm haberleri ile de kalbimizdeki yangını ateşleyebilen bir abla olan Sara Lov...

Her şarkısı birbirinden fena olan 2001 yılı albümleri My Beautiful Sinking Ship'ten, birkaç yıl önce yüreğeemizden vuran Alone With You, etkisi iyiden iyiye hissedilen bu sonbahar günlerinde, yeniden gönül telimizi titrettirebiliyor ya... Ee ben daha ne diyeyim?

Dinle!

Devics Myspace
Sara Love Myspace

2 Ekim 2010 Cumartesi

Sara Lov 'dan yeni solo albüm!!


Sara Lov, 'Seasoned eyes were beaming' adlı solo albümünden sonra iyiden iyiye Devics'ten kopma aşamasına gelmiş. (Bu solo albüm yapan solistlerin, albüm çıkardıktan sonra kendi gruplarından kopmasını hiç anlamıyorum, grupla ayrı bir şeysin sen solist, solo albümünde apayrı bir şeysin sen solist) Hatta öyle ki yeni solo albümünün çalışmalarına da başlamış ve hatta albümün adını dahi koymuş. Çıkacak yeni albümünün adını "I already love you" olarak belirlemiş.

Yeni solo albümünden bir kaç şarkıyı myspace adresine koymuş. Koyulan şarkılara bakılırsa müzikal anlamda çok radikal bir değişiklik yok, hatta ilk solo albümünün devamı niteliğinde şarkılar olmuş denilebilir.

Ancak bu kadar güzel haberden sonra, Sara Lov'un albüm çıkartacak plak şirketi henüz bulamamış. Hala albümü çıkartacak bağımsız plak şirketi arıyormuş.

Ee kızım plak şirketi bulamadıysan, albümün adına kadar her şeyini niye tamamladın ki?

Sara şizoya bağlamış olabilir.
http://www.myspace.com/saralov

30 Eylül 2010 Perşembe

Demonation Fest. Programı Belli Oldu


2-3 Ekim'de Tamirane'de (santralistanbul) gerçekleşecek olan Demonation Fest. programı belli oldu.

16:00 / 24:00 arası gerçekleşecek olan iki günlük festivalin programı şöyle;

2 Ekim, Cumartesi:

18:00 - Açılış
19:00 - Motor Moose
20:00 - Nekizm
21:00 - Seni Görmem İmkansız
22:00 - Kutu
23:00 - She Past Away
24:00 - Solardip

3 Ekim, Pazar

16:00 - Açılış
16:30 - Erkin Gören: Bahçede solo akustik performans
17:00 - Ekin Fil : Bahçede solo akustik performans
18:00 - On Your Horizon
19:00 - Soft Gates
20:00 - Bicycle Day
21:00 - OAK
22:30 - The Raws
23:30 - Post Dial

27 Eylül 2010 Pazartesi

Kings of Leon'dan Yeni Single: Radioactive

Bundan 5-10 sene sonra geriye baktığımız zaman kesinlikle çok daha net bir şekilde göreceğiz ki bu grup, türdaşları arasında ilk etapta ismi zikredilen, döneminin 3-5 grubundan birisi olarak, sapasağlam yerinde kalacak. (''Na bunu ben yazdıydım'' demek için yazılan ''ben biliyorum bu işi'' cümlesi bu da)

19 Ekim tarihinde yayımlanacak olan yeni Kings of Leon albümü Come Around Sundown'dan çıkan ilk single ve video olma özelliği kazanan Radioactive parçasıdır bana bu postu attıran...

İşte! 3 kardeş ve 1 kuzenden oluşarak, aile bağlarının önemini bize bir kez daha gösteren grup Kings of Leon !




19 Eylül 2010 Pazar

Demonation Fest. (2-3 Ekim Tamirane)


Bundan bir kaç yıl önce aklıma takılmıştı. Böyle Mogwai, Sigur Ros'un içinde olduğu müthiş bir Post Rock festivali falan olsa diye. Düşüncede harika bir organizasyondu ama hangi organizasyon firması yapabilir ki bunu diye zorunlu bir hayal kurmak zorunda kaldım. 

Bant takip eder biri olarak satır aralarındaki detayları bile kaçırmamaya çalıştığım zamanlar oldu ki bu eylemlerimi haksız çıkartmayarak Sennheiser ile birlikte Bilgi Üniversitesi Müzik Bölümü'nün de katkılarıyla Mogwai ve Sigur Ros olmasa bile bizim ülkemizin çıkışta olan, sisteme ve piyasaya direnen gruplarını bir araya getirerek benim düşündüğüm şeylerin hayal olmadığını gösterdiler. Tabi bu festivalde sadece Post Rock grupları yok, gerçek anlamda alternatif sayılabilecek gruplarda var. 

2-3 Ekim'de Tamirane'de (santralistanbul) yapılacak olan festival ücretsiz olacak. Festivale katılacak olan gruplar ise şöyle;

- On Your Horizon
- Bicycle Day
- Oak
- Solardip
- Kutu
- Seni Görmem İmkansız
- Nekizm
- Post Dial
- The Raws
- Soft Gates
- She Past Away
- Ekin Fil
- Erkin Gören


---