25 Haziran 2011 Cumartesi

HAFTANIN ŞARKISI | Howling Bells - Setting Sun

Last Fm istatistiklerime göre son 4 günde Setting Sun'ı dinleme sayım: 104
Youtube'da şarkının canlı performansını dinleme sayım: Bilinmemekte
Ipod'da şarkıyı dinleme sayım: 101

Son zamanlarda hangi şarkıyı bu kadar tutkuyla dinlediğimi hatırlamıyorum. Juanita'nın inanılmaz vokali, şarkının enteresan atmosferi ki şarkı başlarda Hint tınılarını barındıran bir introyla başlıyor, sonrasında Juanita'nın o harika sesiyle indie vari bir şarkı oluyor, şarkının nakarat kısmında ise daha rock bir şarkı haline geliyor. Herhalde bu ayrı tarzlardı beni sıkmayan, 205+ bilinmemekte kadar dinleme sebebim de bu! Ya da bu tarzların birbirleriyle güzel birleşimi.. Bilmiyorum sebep ne ama dinlemeden duramıyorum bu şarkıyı. Herhalde yakın zamanda bıkarım diye düşünüyorum.

Bıkarım değil mi?

Last fm istatistiklerine göre son 4 günde dinleme sayım: 109
Youtube'da şarkının canlı performansını dinleme sayım: Bilinmemekte
Ipod'da şarkıyı dinleme sayım: 101

Şarkının klibi:

Juanita Stein'in tatlılığına vurulduğum şarkının canlı performansı:




Jamiroquai Konseri de iptal edildi!

26 Haziran tarihinde Turkcell Kuruçeşme Arena'da gerçekleşecek olan Jamiroquai Türkiye konserinin iptal edildiği, grubun Facebook profilinde paylaştığı fotoğrafla birlikte açıklandı.

Türkiye konserinin yanı sıra Bulgaristan konserini de iptal eden Jay Kay, konserin ilerki bir tarihe atılacağını  belirtti.
Amy Winehouse konseri ardından gelen bu konser iptal haberinin en azından yürek serinletici bir yanı mevcut...


İşte o ayak!





24 Haziran 2011 Cuma

Metric : Götün Götün İlerleyelim

Nba 2010 soundtracklarından olan "Help I'm Alive" şarkısı ile tanıdığım grup.. 1998 yılında New York'da kurulmuş ama vatan hasreti ile Kanada'da devam etmişler kariyerlerine!

İlk albümleri "Old World Underground, Where Are You Now" 2003 yılında çıkmış ve kitlelerin ilgisini kıpraştırmış, ardından gelen "Live It Out", "Fantasies" ve 2010 yılında çıkan son albümleri "Gimme Sympathy" ile de kendi fan kitlesini sağlamlaştırmışlar.. Ayrıca Metric, Kanada'dan çıkan indiecilerin öncülerinden ve referanslarından biri gibidir gözümüzde..

Vokali şair kızı, TAŞ, Emily Haines'in Broken Social Scene ile de çalışmışlığı da mevcutmuşmuş.. Türkiye'ye gelseler de iyice bir dinlesek dediğim gruplardandır bu dörtlü..

Gitarda James Shaw, Bas Gitarda Josh Winstead ve Bateride Joules Scott-Key’le kendi hallerinde takılmaktalar..

Sağolsunlar, Varolsunlar.. Öptüm kibs.. Ayrıca o kadının 74lü olduğunu sanmıyorum.. (Barzo Stayla)

23 Haziran 2011 Perşembe

Freedom for Palestine



Roger Waters, Lowkey, Billy Bragg, Mark Thomas, Benjamin Zephaniah, Alice Walker, LUSH, Coldplay, Massive Attack gibi bir çok kişinin desteği olan Filistine Özgürlük projesi. En azından çeşitli siyasi oluşumlar ile insanların kafasını karıştırmaktan daha yararlı bir eylem.




Efes Pilsen One Live Festival


Zincirlikuyu Metrobüs İstasyonunda sabah 08:00 civarında işe giderken bir sürü robot taklidi yapan insan arasından dev bir afiş gördüm. Editors hayranı bir bünye için sabah sabah afişte Editors yazısı görmek kadar keyif veren bir şey yok.

Editors için ayrı bir paragraf açma isteğimin dışında kısaca bilgi vermek gerekirse, SantralistanbulManic Street Preachers, Suede, Happy Mondays, Cake ve Nneka gibi gruplarıda ağırlıyor. 

Ayrı bir paragrafı da amatör gruplar için açmak isterim. 123, Büyük Ev Ablukada ve Toz ve Toz gibi yer altından yer üstüne selam çakan gruplarda sahnede olacaklar. 

2-3 Temmuz'a ne kaldı ki? İzlenmesi gereken, güzel bir festival için bu tarihlerde İstanbul'da olmak ve Öğrenci iseniz 55 TL, değilseniz 79 TL yi gözden çıkartmanız gerek. Bilet fiyatı nedense bana ucuz geldi. Bugün Taksim'de her hangi bir cover grubunu dinlemeye gitseniz kapıdaki yeni çeri! (pardon güvenlik) 10 TL yi sizden alır. Bu kadar gruba bu fiyat iyidir.


Samatya Zil ve Caz Festivali


Bilir misiniz bir zamanlar İkinci Bahar diye bir dizi vardı? Bilirsiniz elbette. Dizinin tüm sıcaklığı, hoşluğu ve tabi ki ŞENER ŞEN. Samatya Samatya olalı o zamandan bu zamana nasıl nefes alıp veriyor pek haberim yok; lakin birileri bu güzel semti daha da güzelliştirmeye karar vermiş olacak ki Samatya Meydanında Caz festivali düzenlemeye karar vermişler. Hatta benden duymuş olmayın ama yeni rotaları Kadıköy'müş. O da netleşince bir Kadıköylü olarak bildirmekten müthiş zevk duyarım. 


Kimler varmış etkinlikte bir bakalım. 


29/06 - 21:30, Kerem Görsev Trio
30/06 - 21:30, Arto Tunçboyacıyan Trio
01/07 - 21:30, Leman Sam



şeklinde bir program yapılmış. Ayrıca rezervasyon yaptıranlara ise Samatya Meyhane'leri özel menüler sunacakmış.


Kerem Görsev Trio
Arto Tunçboyacıyan Trio
Leman Sam


Rock-A #5


Barış'a Rock'ın eskilerde kaldığı ve istikrarını koruyamadığı gerçeğine İstanbul'lu olarak üzülürken, istikrarını koruyan ve 5. kez İzmir'lilerle buluşacak Rock-A ile ilk açıklamalar geldi. 

Rock-A 5-6-7 Ağustos Tarihinde İzmir-Selçuk Pamucak Sahilinde tahminimiz üzerine çok güzel bir etkinlik olarak tarihe imzasını atacak. 

Müzisyenlerin sahne almak için bu formu (tıkla bebeğim), Gönüllü katılımcılar için bu formu (soL tık), atölye çalışmalarına katılmak için ise bu formu (tam buraya) doldurmaları yeterlidir.

Henüz programı açıklanmayan Rock-A ile ilgili Temmuz ayında programın netleşeceğini tahmin ediyorum. Program netleştikçe buradan paylaşabiliriz. Aman yok biz burasını sevmedik derseniz ayıp edersiniz. 

Rock-A sayfasına ışınla beni yoksa...! 

Bir Bandista şarkısıyla yazıyı noktalayalım. 


bANDİSTA - Özgürlüğe Manus by bANDİSTA

22 Haziran 2011 Çarşamba

Radiohead'den ''bodrum'' şarkıları...

Radiohead durmak biliyor mu?

Kesinlikle hayır. Sürekli üretiyor efendim durduramıyoruz.

Üzerine yüzlerce yorum yapılan yeni albüm ''The King Of Limbs'' ardına, yine hiç vakit kaybetmeden bir şeyler koymaya devam eden ''Radyokafa''lar bu seferde ''Live From The Basement'' adında, 55 dakikalık bir performans serisi yayımlamaya karar verdi. İşte bu seriden daha önceden dinlemediğimiz bir Radiohead şarkısını da hemen bizle paylaştılar.

Bu arada ''Staircase'' adındaki parçanın davullarında da Portishead ve Robert Plant'ten tanınabilecek olan Clive Deamer var. Ona göre...

15 Haziran 2011 Çarşamba

Hakan Orman


Bazen hakikatten bir şeyler yazmak, bir şeyler söylemek zor gelir insana. Peyote'nin sanırım en sevilen isimlerinden biri Hakan Orman'ı kaybettik. Başımız sağolsun.

12 Haziran 2011 Pazar

Thirteen Senses

Bazı gruplar vardır ki nasıl bunlar şu zamana kadar popüler olmamış dersiniz. Midlake'i ilk dinlediğimde benzer duygulara kapılmıştım. Böyle bir grup nasıl sevilmez diye kendime yüz sefer sormuşluğum vardı... Hani mantığın sınırlarının zorlanması böyle bir şey olsa gerek.

İşte bu tip, nasıl meşhur olunmadığına akıl fikir erdiremediğiniz gruplardan bir tanesi de Thirteen Senses. Thirteen Senses için en iyi kategorizasyonu bir Eksi Sözlük klişesi olan, ''Gay depresif ibne british pop'' olarak adlandirabiliriz. Homofobik sıfatları çıkarırsak, ''depresif, british, indie'', Thirteen Senses'i tanımlayan sıfatlardir kanımca..

Muse vari vokaller, yeterince kırılgan sözler ve depresif notalar... Ki Thirteen Senses depresif olmaktan gocunmayan, çoğu röportajında dünyanın yaşanmayacak bir yer olduğunu, dolayısıyla böyle kırılgan müzik yapmalarının son derece doğal olduğunu belirtmekten çekinmiyorlar.
Shamrain'in solistini kaybettiği ve melankolik bir grup aradiğim şu günlerde Thirteen Senses benim için doğru adres oldu. En azından Shamrain'in yokluğunu bir nebze de olsa giderebilen Thirteen Senses'i uğurluyoruz ve blog takipçilerine ilk albüme yoğunlaşmalarını öneriyoruz...

10 Haziran 2011 Cuma

Bright Eyes'tan yeni video klip geldi!

Geçtiğimiz Şubat ayında son albümleri The People's Key'i yayımlayan Amerikalı Indie Rock grubu Bright Eyes, son klibini de Jejune Stars'a çekti.

Bu yanar dönerli, performans görüntülerinden oluşan klibi izlemek için şuradan alalım;

9 Haziran 2011 Perşembe

Beirut'un yeni albümünden çeşitli bilgiler...

Şiddetle yeni bir şeyler üretmesi beklenilen, bazı belli özel grupları vardır ya herkesin. İşte Beirut da 2006 yılı itibariyle, Gulag Orkestar ardına The Flying Club Cup ile birlikte bizi dönüşü olmayan bir yola sürüklemişti...

Durmadan tüketip, yeni bir şeyler duyma merakı içerisinde olan bizlere, sağolsun onlar da hiç boş durmayarak her sene yeni birtakım şeyler dinletip oldukça güzel yardımcı oluyorlar. 

Grubun şuradan da belirttiğimiz gibi 3 adet şarkısına ulaşabiliyorduk. İşte bunlara bir yenisini daha ekleyip, albümün geri kalanıyla ilgili bazı yeni bilgiler de geçtiğimiz günlerde grup tarafından paylaşıldı. 30 Ağustos 2011 tarihinde yayımlanacağı açıklanan The Rip Tide albümünün tracklisti ve kapağı ise şu şekilde;
01 A Candle's Fire
02 Santa Fe
03 East Harlem
04 Goshen
05 Payne's Bay
06 The Rip Tide
07 Vagabond
08 The Peacock
09 Port of Call

Yeni paylaşılan East Harlem şarkısının albüm ve canlı kaydını da buradan dinleyebilirsiniz sevgili Beirut dostları...





Eee yeni şarkıları da dinledik... Geriye tek bir şey kalıyor...

Gel be ukulelesini yediğim, artık canlı canlı dinleyelim.

8 Haziran 2011 Çarşamba

Kasabian'dan yeni şarkı: ''Switchblade Smiles''

Kasabian'ın Eylül 2011'de çıkacak olan dördüncü stüdyo albümü ''Velociraptor!''dan bir adet single gelmiştir.

Columbia Records'tan çıkan Switchblade Smiles adındaki bu yeni single'ın hit olmaması için bence hiçbir sebep yok.

Sizce?

 Switchblade Smiles by kasabian

7 Haziran 2011 Salı

Haftanın Şarkısı | Magyar Posse / Whirlpol of Terror and Tension

Magyar Posse - Post-Rock | Finlandiya
Uzun zaman sonra FM 2010 CD'sini tekrardan bilgisayarın DVD aparatına yerleştirdim ve bilgisayara yükledim. Alt liglerde kahramanlık öykülerine meraklı olanlardanım. Medya tahmini olarak şampiyon olması zor görünen takımları alıp tüm yükselen egolarımla birlikte Jose Mourinho olma çabası sanırım bu oyunun en klas özelliği. (Arada hile yapıyorum, çaktırmayın) 

FM'de en bilinmedik ligleri dolaşttım. Finlandiya. Evet Finlandiya. Kuzey soğukluğu, müzik falan oh mis. FM Alt+Tab ile görev çubuğuna indirilir. Şimdi güzel bir müzik açalım. Müziklerim klasörü sol çift tıkla ve içerideyim. Merhaba dünya ben geldim. FM oynarken fonda bana eşlik edecek birilerine ihtiyacım var. Kapı görevlisi "Hmm" diyerek bana hangi takımı aldığımı sordu. Gururla "Jippo" dedim. Bana neden güldüğünü sezon sonunda anlayacaktım; ama henüz sezon daha başlamamıştı bile. Medya tahminine göre 7. sırada bitirecektim. "Jippo Nereli?" diye sordu. "Finlandiya" dedim. "Gel öyleyse" diyerek, kuzey'e doğru götürdü beni. 

Yol boyunca bana ismini vermeden şunları anlattı. 



Bak beyim 2000 yılıydı. Kış yine kendini en iyi haliyle hissettiriyordu. Finlandiya'nın Pori kentinde bir grup adam bir araya gelip bir grup kurdular. Adları Magyar Posse. 

2 yıl sonra 2002 de We Will Carry You Over the Mountains, 2004 de Kings Of Time, 2006 da ise Random Avenger adında 3 tane albüm yapmışlar. Keskin riffler, Finlandiya havası ve kemanlar ile bütünleşince insan "Saatler dönüp durabilir, bundan bize ne!" dedirtiyor.

Magyar Posse (doğru tercümesini bilmemekle birlikte Macar Takımı) Haftanın Şarkısı - 2006 Random Avenger albümünün 1.şarkısı Whirlpool of Terror and Tension.


Jippo mu dediniz? Ee şey... Küme düştüm, yeni sezon öncesinde ise Başkan beni kovdu. İngiltere ikinci liginde Yeovill teklifine hayır demedim. Şimdi hileyle lider durumdayım. Gururluyum! Jippo'yu pişman edeceğim.

4 Haziran 2011 Cumartesi

Interpol İstanbul Konseri

Art arda açıklanan konser ve festivallerden en heyecan vericilerinden biriydi 1 Haziran'daki Interpol'ün ilk Türkiye konseri...

Konser günü işten apar topar çıkıp, koştur koştur düştük konser yollarına. Konser alanına vardığımızda hakikaten beklediğimden de büyük bir kalabalık bizi bekliyordu. Saat 20.00 sularında sahneye çıkmış olan Mor ve Ötesi, (dışarıdan dinlemiş olsak da) yetiştiğimiz son birkaç parçasında seyirciyi ısıtma konusundaki görevini gayet layıkıyla yerine getiriyordu. Bu arada ''konser saatlerine uyma'' konusundaki tutarlılık da, ne kadar MVÖ'ni kaçırmış olsak da takdirlerimizi topluyor. Buna alışamamış bireyler olarak, bu tutarlılığın devam etmesini ümit ediyoruz.

Konser alanına girdiğimizde, kadın seyirci potansiyelinin erkeklere oranla daha fazla olduğu güzel bir kalabalıkla karşılaşılıyordu. Onun dışında görebildiğimiz kadarıyla sahne ve konser alanının geçtiğimiz senelere oranla çok da büyük değişikliklere uğradığını söylemek güçtü. Bunu önümüzdeki haftalarda Sonisphere'de bir kez daha göreceğiz.

Gayet erken bir saatte (21:30), köfte kokuları eşliğinde başlayan konser hakkında ilk akla gelenleri sıralayacak olursam;
- Konser öncesi şarkılarının seçiminin enteresanlığı.
- ''Merhaba'' ve ''Teşekkürler'' kelimelerinin Paul Banks tarafından da söylenmeden geçilmemesi.
- Grup elemanlarının seyirciyle -beklenildiği gibi- pek fazla iletişime geçmemesi.
- Konser esnasındaki sesin oldukça kısık olması sonucu, grubu konserde bangır bangır dinlemekten ziyade, ''yoldan geçiyormuşsun da ses kulağına yanlışlıkla çalınıyormuş'' havasının olması.
- Konserden önce bana ''Bu gece ne çalsınlar isterdin?'' diye bir soru gelseydi, direkt olarak vereceğim cevap ''Pioneer To The Falls ve The Scale'' olurdu. Ancak ikisi de, önceki konser setlistlerinden bilindiği üzere çalınmadı. Çalınaydı iyiydi.

Özetleyecek olursak bende öyle ahım şahım etkiler uyandıran bir konser olmadı maalesef. Üstte saydığım sebeplerden dolayı evde cd'den dinliyormuşum hissini kaldıramadı. Ancak yine olsa yine gider miyim?

Giderim!

Fotoğraflar İçin Not: Kendiminkilere ulaşamadığımdan, fotoğraflar sinetif.com'dan alınmıştır. Ulaşıldığı anda değiştirilecektir.
Not 2: Fotoğraflara ulaştım. Bok gibiler. O yüzden değiştirmiyorum.

3 Haziran 2011 Cuma

Chuckles and Mr. Squeezy


18/08 de şöyle bir yazı ile (tamburadatıklayıncaaçılıyor) yeni albümün haberini geçmiştik. Daha uzun aralıklarla albüm çıkartan dredg için biraz sürpriz olmuştu. Merak içinde ayların geçmesini bekledik. İlk şarkı internet alemine düştüğünde "çok sağlam bir şeyler geliyor" diye düşünmüştük. 

Sonra ne mi oldu?

Chuckles and Mr. Squeezy beklentimizin çok altında kaldı. Kötü demek dredg'e olan saygımızdan ötürü biraz ağır kaçabilir; zira albüm değerlendirmesi yapmayacağım; ya da şarkıları şöyle böyle demeyeceğim. Albümü dinledikten sonra sesli olarak "Ya adamların saçmalamaya da hakları var. Öyle değil mi?" diye bir düşünceye kapıldım. 

Müziği üretmek; Los Lunes Al Sol (Güneşli Pazartesiler) filminde "Ana" karakteri (Nieve de Medina) ve J.Fante'nin Los Angeles Yolu kitabında Bandini'nin makinalarla bütünleşerek sabahtan akşama kadar çalıştıkları ve üzerlerine yapışıp, ten kokusunu yok eden balık kokusu gibi bir şey değil. El Cielo, Catch Without Arms gibi albümleri yapan adamlar aynı adamlar; ve bu adamlar o albümleri yaparken doğrudan Salvador Dali etkisinde ürettikleri aşikar. 

Zaman değişiyor. Bizler değişiyoruz. Müzisyenler maddiyatı yok saymışi tamamen maneviyata yönelmiş insanlardır. Bir çok müzisyen yaptıkları ya da yapacakları şeylerle ilgili diğer insanlar tarafından "çok çelişkili" ifadeler kullanmakla itham edilebilirler. İşin aslı öyle değil. Kafalarının içindeki bir çok varsayım ve bir çok gel-git, üretme ve tasarlama kaygıları onları anlık olarak farklı düşünmeye yöneltebilir. Sık sık bunalımlara sürükleyebilir. 

Çok çalışarak 300 Kg halteri kaldırabilirsiniz, 100 Metreyi 10 saniyede koşabilirsiniz, iyi bir matematikçi olabilirsiniz, iyi bir iş adamı olup, çok para kazanabilirsiniz... Örnekler uzar ve gider. İyi müzisyen olmak diye bir şey yok. Çoğumuzun karıştırdığı ve beklentilerle dolayı yargıladığımız insanlara bunu yapmaya da sanırım hiç birimizin hakkı yok. 


Müzikle uğraşan insanlar sürekli yorulduklarından, sürekli onları tatmin etmeyen bir şeylerden bahsedebilirler. Dışarıdan bakanlar için arabalarıyla eve dönerken açtıkları radyo istasyonundan dinledikleri radyo kanalı olabilir. Arabalarından indikten sonra o müziğin ahengi ya da o müziğin oluşumundaki tüm etki bir kaç saniye içerisinde yok olup gidiyor. Müzisyenler için öyle olmuyor. O müziğin ilk adımı olan bir melodi ile başlayıp, son haline gelinceye kadar her gün saatlerce düşünebiliyorlar, farklı bir karaktere bürünebiliyorlar. Bu öyle değerli ve önemli bir rutin işlevdir ki o müzisyenin nefes alıp verdiği sürece içinde bulunduğu en güzel eylemdir. Peki ya o müzik tutkusu geçici ya da kalıcı olarak kaybolmaya başlarsa?


Tüm bunları kafamda düşününce Dredg'i yerden yere vuramıyorum. Çünkü; onların bizi kendilerini ilk anlattıkları hallerini çok iyi biliyor ve anımsıyoruz. Hatta gerçek anlamda saygı duyuyoruz. Chuckles and Mr. Squeezy Annelerin bazen çocuklarına gereksiz yere çıkışması, kalbini kırması belki de dövmesidir. 

Tıpkı Ediz Hun'un 1974 yapımı olan Gariban filminde Afacan'a attığı tokat sahnesindeki gibi. Bir anlık öfkeyle atılmış bir tokattır Chuckles and Mr.Squeezy.

Bizim için Ediz Hun neyse Dredg'de odur.

Saygılar.

Bir Garip Yolcu by sarptas