14 Aralık 2011 Çarşamba

Su olmadan çorba yapılabilir mi?


Sabah kahvaltı ederken günlerce kafamı kurcalayan şeylerin son satırlarını kafamda yazdım. Evden çıkmadan önce bu düşündüklerimi nasıl yazacağımı bilmiyorum; fakat mutlaka yazmam gerekir diye kendi kendime telkinde bulundum. 

Her geçen günün ardından yaşanan, var olduğumuz dünyada sürdürülebilir yaşantımızı sağlamak için harcadığımız maddi ve manevi gücün ardından geriye kalanlarla, açlıktan gebermek üzere olan hayallerimize yemek yapmak için mücadele ediyoruz. Su olmadan çorba yapılabilir mi?

Progressive Rock bu düşüncelerimin kaynağının ta kendisidir. Türkiye'de neden kendine özgün haliyle yeni bir Opeth, King Crimson vs. gibi bir grup türemiyor. Yanlış anlaşılmasın. Opeth veya King Crimson benzeri bir gruptan bahsetmiyorum. Kendi başına dünyada saygınlık kazanan bir gruptan, oluşumdan bahsediyorum. 

Türkiye'de şu an aktif olarak müzik yapan insanlar nedenini bilmiyorum ama olabildiğince ürettikleri eserleri basit varyasyonlarla, iyi/kötü sözlerle ve bütün güzelliği şarkının sonunda atılan gitar solosuna yükleyerek, belki de bütün şarkıya hakim ana melodiyle sonlandırarak tüm üretkenliklerini sınırlandırıp, belli başlı ve herkes tarafından bilinen rutin tekrarla sunmalarını doğru bulmuyorum. Tabi buna etki eden insanın yaratılışından ölümüne kadar geçen sürede sahip olduğu az ya da çok ego ve başarısız olma kaygısının, başlangıçta yapılan iyi bir işin ardından bu müzisyen kişilere yüklenen "başarılı insan" misyonu da tüm bu düşüncelere etken oluşturuyor. 

Geçmişte yedi dakikayı aşan bir şarkıyı kayıt etmek istediğimizde, tonmaister'ın bunu çok fazla bulması, herhangi bir prodüktörle çalıştığımızda bunun kesin törpüleneceğini söylemesi hala aklımdadır. Türkiye'de neden Steven Wilson'lar yok hayret ediyorum. Sadece müzik değil, hayatın herhangi bir alanında dahi sadece popülist yaklaşımların baz alındığını, daha çok kazanma, daha çok tanınma adına ortaya atılan iyi fikirlerin daha olgunluk aşamasında, anne karnından kürtajla alınması canilikten başka bir şey değildir.

Daha önceki yazılarımda da bahsettim. Türkiye'de müzik yapan insanlarda gözlemlediğim çok ciddi bir sorun var. Zengin bir kızın, giymediği kıyafetlerini fakir bir kıza vermesi sonucu oluşan saçma sapan bir mutlulukla aynıdır bu sorun. Biz müzisyenlerin veya müzisyen olma çabasında olan herkesin örnek aldığımız insanları, örnek alınacak insan sıfatından öteye taşıyarak tanrılaştırmamız, bizleri ileriye götürmek yerine sürekli geriye götürecektir. Buna örnek olarak geçmişte internet üzerinden tanıştığım ve kendini Satriani'nin Türkiye şubesi olduğunu iddia eden birinin yazdığı şeyleri hayretle okuduğumu hatırlıyorum. O kadar ki; ekipmanlarının dahi aynı olduğunu söylüyordu. Bunu eleştirdiğimde ise o müthiş özgüveni olan kişi kendi içinden gelen özgün bir yanının olduğunu yazarak, cümleyi sonlandırmıştı. Eğer Satriani gibi çalabilecek kadar yetenekli biriyseniz zaten kendinize özgün bir tarzda üretebileceklerinizin sınırı olmamalı mantık olarak. Şayet hala müzikal ruhunuzu Satriani'ye kurban vermediyseniz.

Burada asıl sorulması gereken soru şu. Türkiye'de müzikle uğraşan insanların üst düzey müzik eserleri üretememesinin esas sebebi, sürdürülebilir hayatın devamı için harcadığımız vakitten geriye bir şey kalmaması mı? Yoksa beynimize yüklediğimiz yanlış mentalite mi?


2 yorum:

  1. Geçenlerde buna benzer bir soruyu soruyordum müzisyen bir arkadaşıma. Temple Of The Dog'un o meşhur Hungry Strike'ını dinlerken neden Eddie Vedder ya da Chris Cornell böyle şarkılar yapamıyorlar artık dedik,gençsen ve doksanlarda yaşıyorsan daha mı üretken oluyorsun acaba diye sorduk birbirimize. Peki bizde niye çıkmadı böyle şarkılar? Sayacağımız isimler bir elin parmaklarını geçmeyecek düşünecek olursak. "Yavuz Çetin neden tahammül edemedi hayata?"dan girip "Pentagram şu anda ne yapıyor?"a uzanan birçok soruyu sıralayabiliriz aslında. Peki ya yeni nesil müzisyenlerin ruhuna çöreklenen bu ağırlığın sebebi ne?evet bu noktada sana katılmamak mümkün değil; ilahlaştırılan müzisyenlerin ağırlığı altında ezilip giden bir yaratıcılık söz konusu sanırım.

    YanıtlaSil
  2. Mentalite olarak belli bir çizgiyi aşan müzisyenler mutlaka başarılı olacaklardır. Ben açıkçası buna inanıyorum. Türkiye'de müzikle ilgilenen insanların aşamadığı sorun tam olarak bu...

    Ve bu sorunun başlangıcı maalesef eğitim safhasında ortaya çıkıyor. Eğitim veren kişilerin eğittikleri kişilere sadece söz konusu enstrümanın nasıl çalınacağını öğretmemeli... Müziğin içinde bir ütopya olduğundan ve bu ütopyayı ortaya çıkartacak kişinin yine kişilerin kendisinin olduğu lanse edilmeli. Yeri geldiğinde aldıkları eğitimin, öğrendikleri kalıpların dışına çıkmaları için zorlanmalı, sonunda saçmalasalar bile bu konu hakkında cesaret depolanmalı.

    Belki çok sert ve katı bir görüş olabilir; ama ben hala akademik eğitim alanlar yerine müziği ve enstrümanı kendi çabasıyla öğrenen insanların daha başarılı ve daha yaratıcı olduğunu düşünüyorum.

    Yazının başlığına vurgu yaparak şöyle bir örnek verilebilir: göz kararı yemek yapan annelerimizin yaptığı yemek, büyük bir otelin ahçısının gramajına uygun yaptığı yemekten daha iyidir.

    Şunuda eklemeliyim. Akademik eğitime karşı değilim. Müzisyenliğin ilk dönemlerinde sadece enstrümana dair egzersizler teknik bilgiler dışında kişilerin gelişimine kimsenin müdahele etmemesi gerekir. Kişi kendi içindeki müzisyenliği ortaya çıkarttıktan sonra bestecilik ve yaratıcılığını daha verimli kullanması için akademik bir eğitim alabilir.

    YanıtlaSil